1. Metnin iki çıktısını alınız:
а) çocuk için sorusuz,
b) soruların olduğu metin yalnız anne-baba için.
2. Çocuk metni (hikaye, masal) sessizce okumalı.
3. Ondan sonra yetişkin çocuktan hikayenin ne hakkında olduğunu anlayıp anlamadığını sorar?
4. Cevap olumlu ise, yetişkin metinle ilgili soruları sormaya başlar.
DOĞRU OKUMAYA ÖĞRETMEK İÇİN
ON TANE ÖNERİ
Metni indirip, iki nüsha şeklinde çıktısını almak gerekir: çocuk için soru içermeyen nüsha, ebeveyn için soruları içeren nüsha.
Anne-babaların dikkatine anlamlı okumayı öğreten yedi adet ders kitabı sunulmuş, her derlemede yedişer hikaye, masal veya çizgi öyküleri toplanmıştır. Bazı ders kitaplarına tanıtım versiyonları (demolar) eklenmiş, bunların görüntülenmesi, sorularla okuma konusunda bir eğitim programı yazma yaklaşımımızı anlamayı sağlayacaktır.
Okul öncesi ve birinci sınıf çocukları için:
2 – 3. sınıf öğrencileri için
Anlamlı okumanın temellerini oluşturmak için en az 7-8 hafta sistematik olarak okumak gerekir. Elbette bazıları bunun için daha az zaman harcayabilir, bazıları tam tersine daha fazla zaman harcar. Anlamlı okuma becerisini geliştirmek için, iki ila üç yıl boyunca (2-3. sınıflarda okuma döneminde) periyodik olarak ortak okumalar düzenlemek, bu esnada çocuğa sorular sormak, birlikte okuduklarını tartışmak gerekir. Bu tür izleme için, çocuğun kendisinin tercih ettiği edebiyat veya okul dersleri uygun materyal olabilir. Bu süreçte “içinden” okuma ve soru sorma teknolojisi değişmez, bu nedenle yetişkinlerin tartışmaya hazırlanmaları ısrarla tavsiye edilir, yani tartışılan metni ve onunla ilgili soruları mutlaka kendisi okumalı.
– Sence bu çocuk doğru mu yaptı?
– Sen hiç yalan söyledin mi? Sen bu çocuk gibi hep gerçeği mi söylüyorsun?
– Siz sınıfta hep birbirinize yardım ediyor musunuz?
– Onun yerinde olsaydın nasıl bir cevap verirdin?
Okuma sırasında her cümlenin anlamı teker teker çocuğun kafasına yerleşir. Unutmayın ki, ilk aşamada, çocuk birer cümleden okur ve yetişikinle beraber o cümleyi tartışır. Ondan sonra ikinci cümle gelir. Değerlendirici, varsayımsal nitelikte soruların sorulması, dikkati dağıtır ve böylece okumayı öğrenme aşamasında anlamayı önemli ölçüde zorlaştırır.
Değerlendirme tamamen farklı bir faaliyettir, bir şeye, birine karşı bir tutumdur. Anlamlı bir şekilde okumayı öğrendikten sonra, çocuğunuz er ya da geç bu tutumun oluşmasına ve gelişmesine kendisi gelecektir.
Birinci kural: Tüm metinler kısa, basit, anlaşılır ve anlam bakımından tamamlanmış olmalıdır. Öğretimin ilk aşamasındaki metinlerde, içeriğini resimleyen görüntülerin olması tavsiye edilir. Çocuğun heceleri ayırabilmesi için metinlerin büyük harflerle, tercihen en az 20-22 punto olması önemlidir.
İkinci kural: Çocuk metni sessizce, içinden, sadece “gözleri” ile okumalıdır. Sessiz okuma moduna geçmek için bir süre fısıltıyla okumasına izin verilir. Özellikle, daha önce ebeveynlerin çocuğun yüksek sesle okumasını istemiş olduğu durumlarda bu önemli.
Üçüncü kural: Çocuğun okuma sırasında ortaya çıkacak tüm sorularını kesinlikle bir yetişkin yanıtlamalıdır.
Dördüncü kural: Çocuk, az önce okuduğu metni yeniden anlatmak için zorlanmamalıdır.
Önerilen öğretim kılavuzları, okul öncesi ve ilkokul çağındaki çocuklara anlamlı okumayı öğretmek için tasarlanmıştır.
Bu öğretim kılavuzları; bir çocuğa ne okuduğunu anlamasını öğretmeyi hedefleyen yetişkin için destek, bir nevi yön haritası olacak şekilde tasarlanmıştır.
Biz, uzun yıllar boyunca, okuma becerisinin; entelektüel ve kişisel özelliklerin gelişim düzeyini ölçen diğer testler dizisinin bir parçası olduğu, çocukların tanısal testlerini yapıyoruz.
Deneyimimiz; dördüncü sınıftan ortaokula geçme esnasında bir çocuğun tam okuma becerisinin, küçük yaşta öğrencilerin en fazla % 5’inde gelişmiş olduğunu göstermiştir.
Testleri uyguladıktan sonra ebeveynlerle buluşuyor, sonuçlarla ilgili geri bildirimde bulunuyoruz. Görüşme sırasında ebeveynler genellikle, okumayı geliştirme de dahil, tüm önerilerimize kesinlikle uyacaklarını garanti ederler. Altı ay veya bir yıl içerisinde çocuklar izleme testinden geçerler ve toplam çocuk sayısından yalnızca bir veya iki çocukta okuma becerisinin gelişiminde bir iyileşme gözlenir. Diğer çocuklarda hemen hemen bir şey değişmiyor ve ağır ile felaketli arasında bir seviyede kalırlar.
Ebeveynler, ikinci testin sonuçlarını gördüklerinde, elbette çok üzülüyorlar ve bir şey yapmadıkları için kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Genellikle bunun iki açıklaması vardır; zaman yetersizliği ve çocuğun ne okuduğunu tartışmak için sorular oluşturmadaki zorluklar.
Durum hep tekrarlanıyor. Yıldan yıla, biz, okumayı geliştirme konusunda önerilerde bulunuyoruz, ama yıldan yıla onlar uygulanmıyor. Sonra başka çocuklar, başka ebeveynler geliyorlar ve her şey tekrarlanıyor.
Bu nedenle, bizim başlıca tavsiyemiz şu şekildedir: BİR ÇOCUĞUN KİTAP OKUMAYA İLGİSİ YALNIZCA BİR YETİŞKİNİN YARDIMIYLA VE YALNIZCA ONUN SEBATLI ISRARI İLE MÜMKÜN OLABİLİR.
Bir çocuğun okuduğunu anlamayı öğrenmesi için şunların yapılması gerekir:
ÖĞRETİM KILAVUZUNUN DİLLERİ HAKKINDA
Öğretim kılavuzları dört dilde sunulmuştur: Kazakça, Türkçe, Rusça, ve İngilizce. Metinlerin içeriği ise aynıdır.
Çocuğunuzun okulda eğitim göreceği dilde bir kılavuzu seçiniz. Eğer okul öncesi yaşındaki çocuğunuz eşit derecede iki dilde konuşabiliyorsa, her iki dilde de okumayı öğretebilirsiniz. Ancak okumayı öğrenme yalnızca birinci sınıfta başlamışsa, okuldaki eğitim diline odaklanmak gerekir. En azından birinci sınıf bitinceye kadar. Daha sonra, başka dillerde okumayı geliştirmeyi de kolayca dahil edebilirsiniz.
Diğer dillerdeki kılavuzlarımızın ek bir avantajı şöyledir. Örneğin, çocuk Rusça okuyor, ancak birinci sınıftaki eğitim programı zorunlu Kazakça ve İngilizce öğrenimini içeriyor. İlk yılın sonunda, çocuklar bu dillerde okuyup yazabilecekler, ama elbette, esas eğitim dili ile aynı seviyede olmayacaktır.
İlkokul çağı, başka dillerde tam okuma becerisini geliştirmek için en uygun dönemdir. Metinler aynı olduğu için, çocuğun okuduklarını tartışırken hızlıca yön bulmak için her zaman elinizin altında birkaç dilde materyaller bulundurma imkanı olacaktır. Hatta çocuğunuzla birlikte kendiniz de yabancı dile nasıl başladığınızı ve öğrendiğinizi farketmeyebilirsiniz.
Bu da matematik testini çözemediği gibi aynı sebepten dolayıdır. Problemin şartlarını anlayamadıkları gibi okuduklarının özünü kavrayabilmemektedirler. Paradoks: çocuk sınıfta ve hatta evde problemi (problemin şartları öğretmen veya ebeveyn tarafından açıklandığı yerde) çözer, ancak sınavdan geçemiyor, çünkü problemin şartlarını kendi başına okuyacak kadar ilkel görünen bir işlemin üstesinden gelemiyor. Elbette okuyabiliyor, yani yazılanları seslendirebiliyor. Ve hatta çok yüksek sesle ve “yüz ifadesi” ile seslendirebiliyor (maalesef, bunu çocuktan öncelikle öğretmenler ve ebeveynler istemektedir). Fakat çocuk okuduğunu anlıyor mu, daha doğrusu yüksek sesle neyin okunduğunu anlıyor mu? Ne yazık ki, hepsi değil, her zaman değil.
Çoğu çocuk okuduklarını anlamaz. Çocukların çoğunluğu okuduklarından gerekli bilgileri çıkararak özetlemeyi öğrenmemişlerdir. Ve dürüstçe kendimize itiraf edelim ki – yetişkinlerin çoğu da bunu öğrenmemişlerdir…
Matematik testi elbette sadece bir örnektir. Ancak gelecekte çocuğunuz buna benzer ne kadar sınavdan geçecek ve ne kadar problemleri çözecektir (veya bir kez daha geri çekilecek)?
Metni anlamak bir beceridir. Tam zamanında oluşturulmalı ve mümkün olduğu kadar geliştirilmelidir. Ne kadar erken o kadar iyi. Eğer okuduğunu anlama yeteneği küçük yaşta (ilkokul) geliştirilmezse, yetişkinlikte hiç gelişmeyecektir. Çocuklar okumuyor, çünkü öncelikle ebeveynler, yani biz okumuyoruz. Ve çoğu ebeveyn gibi, çocuklarımıza okuma sevgisinin okulda verileceğine inanıyoruz. Ne yazık ki yanılıyoruz. Modern okulda, yüksek sesle ve manalı bir şekilde okuması öğretilir.
Anlamayı öğretmek çok zor olsa da, okuma sevgisini vermek birçok kez daha zordur. Çocuğun okuduklarına ilgi duymayınca ve merkalanmayınca, bunu öğretmek pratikte imkansızdır.
Bu kıvılcımı zamanında fark etmek ve zar zor dalgalanan alevi dikkatle beslemek, oluşmaya başlayan merakı desteklemek son derece önemlidir. Bu da yağan yağmurda ateş yakmak kadar zordur. Oyunlar ve eğlenceyle dolu akıllı telefonlardan, tabletlerden, bilgisayarlardan acımasızca saldıran, TV ekranlarından akan alternatif bilgi akışlarına direnmek kolay olmayacaktır.
Çocuğun doğal tepkilerini sürekli olarak kontrol ederek, sonunda onu geri dönüşü olmayan noktanın iğnesinin gözünden geçirene kadar her günlük, özenli, sıkı ve ağır çalışma sizi bekliyor.
O zaman, canlı merakın ışıl ışıl parladığı ateş artık söndürülemez. Bu ateş, çevreleyen dünyaya ilişkin emici ilgiye, tüm evrene yayılan bilişe ilişkin bastırılamaz bir susuzluğa dönüşecektir.
Okuduklarını anlamayı öğrenen çocuk, düşünceli okuma becerilerini geliştirirken, bu susuzluğu siz olmadan kendi başına giderecektir! Masmavi ışık saçan izlenim kuluçka makinesinden yayılan damgalı video sıralarından çok daha parlak ve daha canlı, kendi hayal gücünün yarattığı dünyada kendini bulacaktır.
Ve emin olun ki, çok yakında çocuğunuz kitaplardan topladığı çeşitli bilgilerle kendisini ve etrafındakileri şaşırtmaya başlayacaktır. Çocuğunuz kitapları sevmeyi ancak sizin ısrarlı sebatınız sayesinde, sizin yardımınızla öğrenebilecektir.
“Okumak, grafik simgelerini «seslendirmekten» başka bir şey değildir.” Bu, profesör Y.A.Bugrimenko ve profesör G.A.Zuckerman’ın tanımıdır (1). Tanım, D.B.Elkonin’in, okumanın “bir kelimenin grafik modeline göre ses formunun yaratılması süreci” şeklinde tezine dayalıdır (2).
Bu demek ki, eski Sovyet cumhuriyetlerinde, ilkokul müfredatları, bu ve buna benzer tezler üzerinde yeniden kurulmuştur. Yani, ilkokul ve anaokulu talebelerine ilk önce konuşmanın ses analizi öğretilir. Çocuklar, öncelikle, bir kelimenin ses yapısını belirlemeyi öğrenirler. Daha sonra onlar bir metni uzun bir süre yüksek sesle okumaya mecbur tutulurlar ve bu şekilde metni seslendirme işlemi geliştirilir.
Sonuçta, ilkokul çıkışında çocukların %95’inden fazlası metni çok iyi seslendirebiliyorlar. Okuma tekniğinin başlıca kriterleri olan okuma hızı ile etkili okumanın yüksek göstergeleri bunun delilidir.
Metnin anlaşılma (kavranma) göstergesi de kriterler dizisinde mevcuttur. Yalnız 3 ncü, 4 ncü veya hatta 5 nci numara altında ki, bu da bu kriterin işe yaramadığını, kilit kriter olmadığını kelimelerden daha güzel kanıtlıyor. Önemli olan, metni hızlı ve etkili bir şekilde okumak, çocuğun metnin içeriğini anlayıp anlamadığı son sıradadır. Okuma okuryazarlığının sonuçlarının gösterdiği de budur.
Sonraki yıllarda, müfredat ve standartların defalarca değişmesine rağmen, tüm eğitimin temeli hemen hemen değişmedi. Çocuklar, hala grafik sembolleri seslendirmeye devam etmektedirler.
Okumayı öğretmek her zaman mı işaretlerin “seslendirilmesi” oldu? Hayır, her zaman değil. Bu yaklaşım, XX. yüzyılın 80’li yıllarının ortalarında eğitim programlarında uygulanmaya başladı.
Bu yaklaşımın değerlendirmesi, PISA – 2000’nin son derece düşük sonuçlarında yansımıştır. Araştırmaya 32 ülke katılmış ve Rus talebeler okuma okuryazarlığından sadece 27. sırada yer almıştı. Rusya Federasyonu, eski Sovyet cumhuriyetlerinden, birinci sınıftan itibaren okumayı öğrenmeleri tamamen sesbirimsel bir yaklaşıma göre düzenlenen çocukların yer aldığı bir araştırmaya ilk olarak katıldı.
Neden günümüzün çocukları, aynı günmüzün ebeveynleri gibi kitap okumuyorlar? Çünkü onlara ilkokulda anlamlı okumayı öğretmemişler. Bir insan ne okuduğunu anladığında, ilgilenmeye başlar, sonra ne olacağını bilmek ister. Bu şekilde ihtiyaç doğar ve okuma; gerekli, lüzümlü olmaya başlar.
Okumak; anlamaktır, hiçbir şekilde grafiksel işaretleri seslendirmek değildir. Ünlü Sovyet psikoloğu Lev Semyonovich Vygotsky’ye göre: “Anlamak; işaretin kendisi ile çalışmaktan, onun anlamıyla ilişkisinden, dikkatimizin odak noktası haline gelen çeşitli noktaları vurgulamak için dikkatin hızlı hareketine bağlantısından ibarettir” (3).
Ve anlama sürecine hakim olmanın en önemli faktörü de “içinden” sessiz olarak okuma yöntemidir. Ki, yüksek sesle okumak, “görsel sembollerin seslendirilmesi okumayı zorlaştırırken, konuşma tepkileri algıyı yavaşlatır, onu bağlar ve dikkati dağıtır. Çok tuhaf, ama sadece okuma süreci değil, aynı zamanda anlama da sessiz okuma sırasında daha yüksektir” (4)
Bir çocuğun herhangi bir yaşta anlamlı okumaya öğretilebileceğine inanmak büyük bir yanılgıdır. Hızlı okumak, hızlı anlamak gibi de sadece ilkokulda şekillenir. Birinci sınıfın sonunda, çocuk sessiz okumayı öğrenmelidir. Daha sonra yetişkinlerin taktik koordinasyonu ile mümkün olduğu kadar tam seviyeye kadar geliştirilmelidir.
Okuma becerisi tam seviyede olduğunda, metin algısının anlamsal birimi tüm cümle olur. Yani tek bir kelime veya sözcük grubu değil. Bu nedenle, okumaya öğretme yöntemini kökten değiştirmek gerekiyor.
Bu yönde büyük bir bilimsel ve pratik çalışma, Rus psikoloğu L.A.Yasyukova tarafından yapılmıştır, o, okumayı öğretmede işitsel (sesbirimsel) yaklaşımın yanlışlığını binlerce St.Petersburg’lu talebeyi kapsayan geniş çaplı bir araştırmada göstermiştir. Bilim adamı, okumayı öğrenmede işitsel dominantın, aynı anda hatalı yazma becerisini oluşturarak, anlamlı okumayı bozduğunu ıspatlamıştır. Sonuçta, çocuklar, nasıl duyuyorsa, öyle yazmaya başlıyorlar: mesela, “spor” yerine “sipor”, “bıçak” yerine “pıçak”, “ağaç” yerine “aaç” gibi. “Öğrencilerin %60’tan fazlası tam olmayan okuma becerisi ile okuldan mezun oluyor. Onlar ciddi edebiyatı okumuyorlar. Bazıları dikte yazabilir, ama hiç kompozisyon yazamazlar ” diye yazıyor L.А. Yasyukova (5).
Yazmayı öğretmek ayrı bir iştir. Bunun dışında, yazmayı öğretme ancak “içinden” anlamlı okumayı öğrendikten sonra başlamalıdır.
Metodolojik olarak, tamamen iki farklı işlem olarak seslendirme ve anlama, uzun zaman önce L.S. Vygotsky tarafından çözülmüş ve Sovyetler ülkesinde başarıyla uygulanmıştır. “Sessiz okuma, sosyal açıdan yazı dilinin en önemli biçimidir ve iki büyük avantajı daha vardır. Eğitimin ilk yılının sonunda, sessiz okuma, satır üzerinde göz hareketlerinin sabitlenmesi sayısı açısından yüksek sesli okumayı geride bırakır. Dolayısıyla, göz hareketi ve harflerin algılanması süreci sessiz okuma sırasında kolaylaşır. …Sesli okuma sırasında, gözün öne geçerek sesle senkronize olduğu görsel bir boşluk oluşur. Okul çağının içsel konuşmanın oluşma çağı olduğunu hatırlarsak, sessiz veya içinden sessizce okumanın, güçlü içsel konuşmayı algılama aracı olduğunu anlarız.» (6)
Bir zamanlar biz dünyanın en okur-yazar ve en çok okuyan ülkesiydik. Kökenimize dönmenin zamanı gelmedi mi?
1 Bugrimenko Y.А., Zuckerman G.А. Okumayı, yazmayı öğreniyoruz. М., 1994, s. 37,
2 Elkonin D.B. Çocuklara okuma nasıl öğretilir, М., Znaniye, 1976
3 Vygotski L.S. Derleme kitabı: 6 ciltli. C. 3, s.193, 1983).
4 Vygotski L.S. Derleme kitabı: 6 ciltli. C. 3, s.192, 1983).
5 Yasyukova L.А. Günümüz talebelerinin okuma-yazmayı bilmemelerinin psikolojik ve pedagojik nedenleri, Milli Psikoloji Dergisi, sayı 1(2) s.6, 2007.
6 Vygotski L.S. Derleme kitabı: 6 ciltli. C. 3, s.192-193, 1983.
“Okuma okuryazarlığı, Kazakistan’ın eğitim sistemindeki en ciddi sorundur…”; bu, “Dünya Bankası’nın “Kazakistan Eğitim Sisteminin Güçlendirilmesi: 2009 ve 2012’de Yapılan PISA Araştırması Sonuçlarının Analizi” Raporu”ndaki sonuçlardan biridir.
PISA araştırmasının başlıca sorusu şudur: “Genel zorunlu eğitim almış 15 yaşındaki çocuklar, toplumda tam olarak faaliyette bulunmak için gerekli bilgi ve becerilere sahip mi?”
Tam olarak faaliyette bulunma yeteneği, okuma, matematik, fen bilimleri okuryazarlığı araştırması yoluyla değerlendirildi. Okuma, matematik ve fen okuryazarlığına nazaran tanımlayıcı temel bir genel entelektüel beceridir. Okuma okuryazarlığının değerlendirmesi üç temel yönü içeriyordu. Bunlar, okuduğunu anlama, genel bağlamdan gerekli bilgileri bulma ve çıkarma, onu kullanma, düşünme ve cevabı gerekçeli bir şekilde kanıtlayabilme becerisidir.
Kazakistan’ın değerleri, OECD ülkelerine ve geçmiş yıllardaki kendi sonuçlarına göre çok daha düşük çıktı. “Son üç yılda matematikte 57, fen bilimlerinde 59 ve okuma okuryazarlığında 40 puan azalma oldu. 2018’in sonuçlarına göre, fen bilimleri ve okuma okuryazarlığındaki göstergeler 2009’daki kendi sonuçlarından daha düşük çıktı.
Yıllara ve derslere göre PISA puanlarının değerleri / Informburo.kz tablosu
Okuma okuryazarlığından ilk sonuç 390 puan olmuştu, sonra durum iyileşti – 393 ve 427 puan oldu, 2018 yılının sonuçlarına göre de geriye gitti: 387 puan. Bu, 78’den 69 ncu sıra oluyor. Karşılaştırma için, PISA’ya ilk kez katılan Ukrayna bizim önümüzde – 466 puanla 39. sırada. Bir zamanlar dünyanın en çok okuyan ülkeleri olarak bilenen eski Sovyetler Birliği ülkeleri reytingte orta sıralardadır. Rusya ve Beyaz Rusya sırasıyla 31. ve 36. sıralarda» (1).
PISA-2012’nin “Ulusal Eğitim Değerlendirme ve Kalite Merkezi Raporu”nda, “Okumada yüksek sonuç göstermeyenlerin oranı %93.07 olup, bu da Kazakistan’daki öğrencilerin okuma becerilerinin düşük seviyede olduğunu göstermektedir” deniliyor. Bu, 15 yaşındaki öğrencilerin okudukları metni analiz edemedikleri ve anlamadıkları anlamına gelir. OECD’nin derecelendirmesine göre, böyle çocuklar “işlevsel olarak okuma yazma bilmeyen”ler olarak sınıflandırılmaktadır (2). Sonuçlardan, öğrencilerimize okuma becerilerinin öğretilmediği anlaşılmaktadır. Bunların çeşitli yaşam durumlarında uygulmasından bahsetmiyorum bile.
Bir zamanlar PISA 2009’a ilk kez katılan 15 yaşındaki Kazakistanlı öğrenciler 2020’de 26 yaşına girecekler. Birçoğu, mesleki eğitim almış, çeşitli şekillerde yetişkin hayatına girmişlerdir, bazıları anne-baba bile olmuştur. Bununla beraber, bunlar, çeşitli finansal piramitlere katılarak defalarca zarar görmüş, iş anlaşmazlıklarında birkaç kere kaybetmiş, taşınır / taşınmaz mülk alırken ve satarken zor sorunlar yaşamış ve yaşamaya devam edecekler v.s., çünkü bu eylemlerin her birine okumak ve anlamak için ne beceri, ne sebatın yeterli olduğu şu veya bu şekilde yazılı bir belge eşlik eder ve muamelat görür.
Okuma yeterliliği sadece Kazakistan’ın Aşil topuğu değildir. Bizi geçen ve PISA 2018’in araştırmasına ilk kez katılan Ukrayna’da bile Ukraynalı öğrencilerin yaklaşık% 26’sı okuma konusunda temel seviyeye ulaşamadı.
Ukraynalı öğrencilerin sonuçları, bir metni anlama biriminin tüm cümlenin olması gerektiği düşüncesine dayalı yeni bir ölçme yöntemini öneren ünlü Rus psikoloğu Lyudmila Apollonovna Yasyukova tarafından St.Petersburg’daki okullarda yürütülen bir araştırmanın verileriyle ilişkilendirilmekte.
L.A.Yasyukova’nın metodolojisine göre, bir çocukta tam olarak okuma, o ancak tüm cümlenin anlamını kavramayı öğrendiğinde oluşur. Anlama birimi olarak yalnızca bir kelime veya kelime öbeği alındığında, bu, anlamlı okuma becerisinin oluşmadığının açık belirtisidir. Başka bir deyişle, çocuk konunun ne olduğunu anlamaz.
L.A.Yasyukova’ya göre, okulun ikinci yılının sonunda, %1-2’den az sayıda öğrencide sadece kelime öbeği düzeyinde okuma becerisi oluşyor. Böyle okuma seviyesi olduğunda, “cümlenin anlamı hemen anlaşılmaz, sanki iki veya üç parçadan oluşuyormuş gibi olur ve okuma becerisi eksik olur” (3). Yani, ayrı bir kelimenin veya kelime öbeğinin anlamının kavranmış olması, öğrencinin zihninde birbirine bağlı olmayan parçalara ayrılan, beynin anlamadığı bir çöpe dönüşen bir metni anlamak için yeterli değildir.
«Kariyerimin 20 yılını öğrencilerin okuma ve matematik alanındaki başarılarını incelemeye adadım ve şimdi okumak istemeyen bir çocuk yetiştiriyorum, diye yazıyor Kanada’daki New Brunswick Üniversitesi’nin sosyoloji profesörü ve PISAD (PISA for Development) programının yardımcı yazarı olan Lucia Tramonte. – Oğlum 2. sınıfta, 7,5 yaşında ve şu anda kritik bir geçiş döneminde bulunmaktadır. Gerçek şu ki, çocuklara okulun ilk üç yılında okuma ve yazma öğretiliyor. 4. sınıftan itibaren öğretmenler coğrafya, tarih ve diğer dersleri de öğretmeye başlar. Dolayısıyla, onlar artık çocuklara okumayı öğretmiyorlar, bunun yerine çocukların diğer bilimleri öğrenmek için okumaları gerekiyor. Bu da, “okumak için öğrenmekten” “öğrenmek için okumaya” geçiştir. Eğer bu geçiş başarılı olmazsa, öğrenci diğer bilim dallarında asla başarılı olamaz» (4).
Dolayısıyla, bilimler temellerinin öğrenilmeye başlandığı esas kademe olan beşinci sınıftan itibaren, bu çocuklar, tam okuma becerisine sahip olmayarak, önemli ölçüde zorluklar yaşayacaklardır. Sonuçta okuma becerisi, temel işlemleri ilkokulda da oluşturulan düşünmenin gelişimini belirler. Eksik okuma becerisi ve yetersiz düşünme gelişimi seviyesi yine o PISA programının sonuçlarını etkilemektedir.
İlkokul için mevcut müfredatların düşük kalitesi, ne yazık ki, “okumak için öğrenmekten” “öğrenmek için okumaya” geçişin uygulanmasını kolaylaştırmamakta ve çoğu zaman doğrudan engellemektedir. “Bu çocuklar okulda ne yapıyorlardı, eğitim nasıl gidiyordu, onları daha önce bulabilir miydik ve onlar için neler yapmamız gerekiyordu?” gibi soruları kendi kendine soruyor profesör L.Tramonte.
İlkokul müfredatını değiştirmek ne bizlerin, ne ebeveynlerin, ne de bitmeyen rutinden kalkamayan öğretmenlerin elindedir. Ancak bir çocuğa anlamlı okumayı öğretmek bizim elimizde. Üstelik, onun, kendi ihtiyaçlarını ve ancak ondan sonra çevresindeki dünyayı tanımadaki sorumluluklarını akıllıca gerçekleştirebilmesi için bunu o okula başlamadan önce yapmak daha iyi olur.
2 Nurbayev J. «Kazakistanlı öğrenciler PISA uluslararası sınavında neden başarısız oldular?», Forbes kz dergisi, 22.05.20.
3. YasyukovaА. «Ortaokulda öğretim problemlerinin tahmini ve önlenmesi – 3.-6. sınıflar, St.P: İmaton, 2001.
4.Kiselyova K. Çocuklar okuma ilgisini neden kaybederler? «Osvitoriya» dergisi 11.12.2019 https://osvitoria/media
KUSURLU OKUMA BECERİSİNİN SONUÇLARI
aşağıdakilerde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır:
Genel olarak, bir çocuk anlamlı okumayı öğrenmedikçe düşünmeyi öğrenemez.